Paris İklim Anlaşması
Çevreyi önemli bir konu haline getiren dünya çapındaki ilk konferans 1972'de Stockholm'de düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı’dır. Türkiye bu konferansta katılımcıydı.
Stockholm’de düzenlenen bu konferansın bir sonucu olarak, yine 1972’de Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), çevre konusunda önde gelen küresel bir otorite olarak kurulmuştur. Türkiye 1945’te kuruluşundan bugüne Birleşmiş Milletler üyesidir.
Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi. 1985 yılında, ozon tabakasının yapısını değiştiren insan kaynaklı faaliyetlere karşı ve çevre ve insan sağlığını korumaya yönelik olarak genel önlemler almak üzere imzalanan bu sözleşmeye Türkiye 1990 yılında taraf olmuştur.
Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal Protokolü. 1987 yılında ozon tabakasını incelten maddeler (OTİM) ‘in zararlarını önlemeye yönelik bu protokole Türkiye 1990 yılında taraf olmuştur. Bu protokol ayrıca çevre konusunda yapılmış en başarılı çok taraflı anlaşma olarak görülmektedir.
Ozon tabakasını incelten insan kaynaklı maddelerin ilk defa kısıtlanmasını öngören Montreal Protokolünün, oluşturulmasında çok büyük rolü olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), 1992 yılında imzaya açılmış ve bu sözleşmeye Türkiye, 2004 yılında taraf olmuştur. Ayrıca 1992 yılında imzaya açıldığında, sözleşmede gelişmiş ülkeler listesinde yer alan Türkiye, bu duruma itiraz ederek 2001 yılında gelişmekte olan ülke olarak, gelişmiş ülkeler listesinden çıkarılmasını sağlamıştır. Bu durum Türkiye’nin küresel çapta iklim finansmanlarına erişmesini sağlamıştır. Hatta 2010 yılından sonra AB iklim fonlarından en fazla yararlanan ülke olduğu bir dönem de olmuştur.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)’ni genişleten bir anlaşma olarak Kyoto Protokolü yapılmış ve bu protokol 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye Kyoto Protokolüne 2009 yılında taraf olmuştur.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), Birleşmiş Milletler Çevre Meclisi (UNEA)’nin kurulmasına öncülük etmiştir. Bu meclis 2012 yılında kurulmuş olup çevreyle ilgili konularda dünyanın en üst düzey karar alma organıdır.
Paris Anlaşması (Paris İklim Anlaşması), 2016 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Türkiye, bu anlaşmaya aynı tarihte imza koymasına rağmen, onaylamak için 2021 yılını beklemiştir. 2021 yılında onaylanan anlaşma, her uluslararası anlaşma gibi Türkiye için bağlayıcı özellik taşımaktadır. Onay sürecinde Güney Kore merkezli Yeşil İklim Fonu (GCF)’nun Türkiye’ye üç milyar dolardan fazla finansman sağlamasını Paris Anlaşmasının onaylanma sürecinin tamamlanmasına bağlamasının da etkili olduğu düşünülmektedir.
Uluslararası anlaşmalar kanun değildir; ancak iç hukukta yapılan yasaların bu anlaşmalara uygun olma zorunluluğu vardır. Bu nedenle Türkiye 2016 yılında imzaladığı ancak 2021 yılında onayladığı ve taraf haline geldiği Paris Anlaşmasına uygun yasalar çıkarmak zorundadır. Türkiye, Paris Anlaşması gereğince 2021 yılında yaptığı açıklama ile 2053 yılında karbon emisyonunu sıfıra düşüreceğini belirtmiştir. Bu tarih AB’nin iklim programı olan Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında belirlediği 2050 yılını baz almaktadır. Türkiye bu mutabakata uyum sağlayabilmek için 2021 yılında Yeşil Mutabakat Eylem Planını yapmıştır. Bu planı yapmakta zorlayıcı faktör, AB yeşil mutabakatına adaptasyon sağlanmadığı takdirde gümrük birliği kapsamında yapılacak ticaretin sekteye uğrayacak olması durumudur.
Peki, neden tüm bu ve bunlar gibi burada yazmadığımız konferanslar, sözleşmeler, neden bu uğraş?
Karbon Döngüsü, havada, suda, toprakta ve canlılarda farklı formlarda karbon bulunur. Dünyadaki karbon, bu ortamlarda farklı formlarla hareket eder. Nefes alır veririz karbondioksit ortaya çıkar, bitkiler fotosentez yapar karbondioksiti şekere dönüştürür, şekeri enerji için alırız ve sonra solunum yoluyla tekrar karbondioksit ortaya çıkarırız. Bu döngü dengeli olduğu sürece normaldir. Ancak sanayi devrimi ile iklim değişikliklerine insan etkisi başlamıştır ve zamanla özellikle canlıların fosilleşmesiyle ortaya çıkan karbonu ihtiva eden kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtların çokça kullanılmasıyla bu denge bozulmuştur, doğadaki karbonun karbondioksit olarak anılan gaz formunda atmosfere salınması anlamına gelen karbon emisyonu artmıştır ve gereğinden fazla olması nedeniyle artık tehlikeli bir atık halini almıştır.
Karbondioksit, bu dengenin bozulmasıyla birlikte karbonun doğada en çok bulunan formu olmuştur. 1950 yılında dünyada 6 milyar ton emisyon gerçekleşirken bugün yılda 35 milyar tonun üzerinde emisyon gerçekleşmektedir. Bu emisyonun yüzde elliden fazlası Çin, ABD ve Hindistan tarafından gerçekleştirilmektedir. Türkiye’nin 2022 yılı için toplam sera gazı emisyonu 558,3 milyon ton CO2 eşdeğeri olarak gerçekleşmiştir.
Sera Etkisi, Güneşten yansıyan ışınların atmosferde bulunan gazlar tarafından tutularak dünya üzerinde ölçülen ortalama sıcaklıklarda artışa neden olmasıdır. Bu durum küresel ısınma olarak adlandırılır. Bu etkiyi yaratan gazlara sera gazları denilmektedir. Bunlar arasında bulunan insan kaynaklı sera gazlarının en önemlisi de karbondioksittir.
Ortalama sıcaklığın artması, dünyanın geleceği açısından büyük risk yaratmaktadır. Bugünümüzde ise doğal afetlere ve insan sağlığı üzerinde son derece olumsuz etkilere neden olmaktadır.
İşte bütün bu çaba, dünyadaki ortalama sıcaklık artışını dizginlemeye yöneliktir. Bu da ancak sera gazı birikiminde insan etkisine odaklanarak gerçekleştirilebilmektedir.
Paris Anlaşması, sanayi öncesi döneme göre (1850 – 1900) küresel ortalama sıcaklık artışının 1,5 °C ile sınırlandırılmasını hedeflemektedir. Dünyada küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık % 97’sine neden olan ülkelerin onayını alan anlaşma ülkelerin emisyon azaltımında kendi programlarını belirlemesine imkân tanımaktadır. Türkiye de anlaşmaya kendi tercihlerinde uyacak ülkelerdendir. Sera gazı emisyonunu sınırlamanın yüksek yaşam standartlarını aşağı çekeceği yanılgısı, ülkelerinin iklim politikalarından sorumlu olanlara güvensizlikten kaynaklanmaktadır. Zira kişi başı emisyon söz konusu olduğunda gelişmiş ülke olan ABD’nin yüksekken yine gelişmiş olan AB ülkelerinde düşük olabilmektedir. Bu sanayiden ziyade yaşam tarzı ve kamu politikaları ile ilgilidir. Bu yüzden anlaşmaya değil, anlaşma uyarınca çıkarılacak kanunlarda sera gazı emisyonunu düşürmek için yapılacaklara bakmak gerekir. Tarım, sanayi ve betonlaşmayı dengeli götürebilirsiniz ya da tarımı yok eder, sanayii sınırlar, ithalata ağırlık verir ve ülkeyi betona boğarsınız. Her iki şekilde de sera gazı salınımını azaltmanın yolunu bulabilirsiniz. Bu nedenle burada önemli olan, ilgili kanunların ayrıntıları ve iklim değişikliği ile alakalı alınan dış finansman desteklerinin harcama kalemlerinin şeffaflığıdır.