İlkokullar Arası Bilgi Kültür Yarışması
Doksanlı yılların ikinci yarısı. Teneffüsteyiz. Okul müdürümüz öğretmenler odasına gelerek öğretmenlere, bu yıl yine ilkokullar arası bilgi kültür yarışması yapılacağını söylüyor.
Okulumuzda her sınıftan sadece birer tane şube olduğu ve ben de beşinci sınıfların öğretmeni olduğum için bize dönerek, “Hocam ilçe merkezinden beş, belde ve köylerden yaklaşık elli altmış okulun katılacağı bu yarışmalardan şimdiye kadar yapılan dört beş yarışmanın tamamında ilçe birinciliğini ‘C’ okulu aldı. Bu sefer bizim okul (A) alsın da tek ben de öleyim” diye espriyle kendi adına olayın önemini vurguluyor. Devamında ise yarışmacı öğrencileri hazırlamamı, yetki ve sorumluluğun bizde olduğunu, bize güvendiğini vs…
Müdür bey konuşmasına devam ederken aklımdan; öğrencilerimin kapasite, performans ve bu işten ne kadar başarıyla çıkacaklarını… geçiriyorum ve müdür beye, “Müdürüm, o zaman vasiyetinizi yapın, kefeninizi alın, mezar yerinizi belirleyin ve eş dost, hısım akraba kim varsa hepsiyle helalleşin” diye espriyle karşılık veriyorum…
Müdür beye artistçe bir karşılık verilmişti ama genel durum neydi, nasıldı; nasıl bir çalışma, nasıl bir hazırlık yapılmalıydı? Yakın, orta, uzak vade planlar; amaç, hedef ve uygulamalar… nasıl olmalıydı? Çünkü bu iş artistlikle iki sözle halledilecek gibi değildi.
Öncelikle verimli ve düzenli bir ders/konu çalışması yapılmalıydı. Çünkü yarışmanın her turunda sırasıyla matematik, Türkçe, sosyal bilgiler ve fen bilgisi derslerinden dörder; din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile Atatürkçülük konularından da ikişer olmak üzere toplam yirmi soru sorulacaktı. Özellikle, final turuna kalınırsa eğer, en azından on sekizinci soruda birincilik garanti edilmeliydi. Çünkü, rakibimizin C okulu olması halinde son ders sorularına yönelik C okulunun soru kaçırmayacağına dair bir kanaat hakimdi. Dolayısıyla birinci gelebilmek öyle çok kolay bir iş değildi.
Sonra tabiiki rakipler de çok iyi çalışacaklar, belki de her ders için ayrı ayrı daha yetkin, daha verimli öğretmenlerle çalışacaklardı.
Soruların nereden, hangi ünite ve konulardan geleceğini kestirmek elbette çok zordu. Beşinci sınıfın ders konuları mutlaka iyi öğrenilmeliydi ama bunun yanı sıra dördüncü sınıfın dersleri de gözden geçirilmeliydi. Hatta belli mi olurdu, genel bilgi kültür sorusu olsun diye günün Millî Eğitim Bakanı’nın adı bile sorulabilirdi. Ayrıca üçüncü sınıf hayat bilgisi ders konularından neden soru çıkmasındı. O yüzden en azından ilçe kaymakamının, milli eğitim müdürünün, belediye başkanının vs. isimleri dahi öğrenilmeli, bilinmeliydi…
Planlama hakeza; iyi bir stratejik plan, işe yarar bir taktiksel plan ve sonuç alıcı bir operasyonel planımız olmalıydı.
İlçe genelinde ilkokullar arası eğitim durumunun iyi bir analizi yapılmalıydı buna göre kendi imkânlarımız, avantajlarımız sonuna kadar kullanılmalıydı. Tamam, rakip okul C’nin gücü, potansiyeli, avantajları… bilinmeliydi ama kendi okulumuz A’nın da ilçe birincisi olması neden düşünülmesin?
Stratejik planımız ve amacımız mutlaka final turuna kalmak ve oradan da en yüksek puanla ipi göğüslemek olmalıydı…
Genel duruma bakıldığında ilk dikkat çeken; C okulunun öğrenci velilerinin ilçenin tüm mülki amirleri, genelde memur veya gelir seviyesi yüksek aileler ile okumuşu yazmışı fazla olan aileler olduğu görülüyordu. Kim bilir ne kitapkurdu, ne bilgi küpü, ne motivasyonu yüksek öğrencileri vardı bu okulun? Bu aklımızın bir köşesinde tutulmalıydı. İlçe merkezindeki diğer dört okulun ise böyle bariz bir özelliği yoktu, aşağı yukarı aynı öğrenci ve veli profiline sahip görünüyordu. Finalde rakiplerimiz bu okullar olması halinde işimiz sanki daha kolay olacaktı…
Her ikisinin de siyasi görüşünden değildim de, C okulunun müdürü ile bizim okul A’nın müdürünün siyasi görüşleri birbirine oldukça zıttı. Dolayısıyla iki okul müdürü arasında örtülü bir siyasi yarış olduğu/olacağı da biliniyordu. Öğrenci velileri, ilçe bürokrasisinin yarışmacı okullar adına taraf, taraftar olması ihtimali derken, yarışma sadece öğrenciler arasında, okullar arasında olmayacaktı. Siyasi, sosyal, sınıfsal, bürokratik, psikolojik… birçok yönde yarışma yapılacaktı…
Tüm bunlar doğruydu ve hepsi olasıydı ama bizim, stratejik planımıza uygun mükemmel bir taktiksel planımız, yaklaşımımız olursa tüm güçlükleri aşma şansımız olacaktı. O da, bu stratejiyi, bu planı omuzlayacak, taşıyabilecek potansiyel ve performansa sahip yarışmacı öğrencilerimizin iyi belirlenmesiyle ancak sağlanabilecekti:
AYŞE, kısa boylu, saçları küt-kısa kesik, tertipli, titiz ve cin gibi bir çocuktu. Babası ilçede bir camide imamdı. Ayşe’den, sosyal bilgiler, din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ve Atatürkçülük ile ilgili bir konuyu anlatmasını istediğimde, tahtaya çıkar, kitapta ne yazıyorsa, duraklama işaretlerini de vurgulayarak anlatırdı. Ders kitaplarında yazılı olan ne ise ne var ise ezberindeydi. Bu derslerle ilgili sorulara doğru da olsa yanlış da olsa Ayşe cevap vermeliydi. Ayrıca Ayşe o diriliği, cinliği, canlılığı ile yarışmacı grubumuzun sözcülüğünü yapmalıydı…
MERAL, çok sessiz ve sakin bir çocuktu, oldukça hanımefendi biriydi. Babası bir okulda öğretmendi. Fen Bilgisi dersiyle ilgili gelebilecek tüm sorulara cevap verebilecek durumdaydı, dolayısıyla bu dersten sorulan sorulara gruptan kim ne derse desin Meral’in verdiği cevaplar jüriye sunulmalıydı…
AKİF, içine kapalı, çok çalışkan bir çocuktu. Dersleri sıkı takip eder, planlı çalışırdı. Ezberci değildi, genelde konuları anlardı. Türkçe dersi çok iyiydi. Matematik dersini ise hem sever hem ilgilenir hem de seviyesinin üstündeki soru ve problemleri bile bir çeşit yol bularak çözebilecek kapasiteye sahipti. Yeter ki kalemi kâğıdı eline alıvereydi. Dolayısıyla bu derslerle ilgili soruların cevabını da kesin Akif vermeli, onun bulduğu cevap jüriye gösterilmeliydi…
MUSTAFA, ders durumu bakımından sınıfın gerilerinde olan bir çocuktu. Ama çok efendi çok saygılı biri ve gariban bir ailenin çocuğuydu. Kendimce ilçe birinciliğini alırsak bu çocuk da bu işin içerisinde olsun, o da başarının bir parçası olsun istiyordum. Grubun yaptığı istişarelere (sessiz müzakerelere) göstermelik katılsa bile hiçbir ders, hiçbir soru için müdahil olmayacaktı…
Tüm bu ders/soru bölüşümünden sorumlu kişilerin ola ki kendi alanları ile ilgili sorulara cevap verememeleri sözkonusu olduğunda ise operasyonel bir hamle ile Akif devreye girmeli ve onun bulduğu cevap doğru da olsa yanlış da olsa jüriye sunulmalı, izleyicilere gösterilmeliydi…
Elbette herşey nasipti ama herkes için nasipti. Bize düşen, bu dereceden en güzeline talip olmaktı. Bismillah deyip çalışmalara başlayıverdik ve derken, Allah’ın izniyle bir de baktık ki final turuna gelmişiz…
Yarın artık büyük gün. İlçenin en büyük toplantı salonunda, biz (A) okulu, C okulu ve bir de ilçenin beldelerinden birinden (B) okulu ilçe birinci, ikinci ve üçüncülüğü için yarışacağız…
Öğrencilerimizle pırıl pırıl kıyafetler giyinmiş halde okulumuzda buluşarak toplantı salonuna geçildi. Günlerden Cumartesi. Salon tıklım tıklım izleyici doluydu. Öğrencilerimize son taktik olarak üç şey söyledim:
Birincisi, rahat olun, sonuncu bile olsanız hiç önemli değil, canınız sağ olsun.
İkincisi, sizin bilemediğiniz bir soruyu eğer diğer okullar bilirse onları mutlaka alkışlayın.
Üçüncüsü, yarışma bittikten sonra sonuç ne olursa olsun sakın bir yere ayrılmayın. Sizler dördünüz ve ben birlikte pastaneye gideceğiz. Size pasta ve içecekler ikram edeceğim dedim…
Tamam, atomu parçalamayacaktık, Nobel ödülü falan da almayacaktık, o zamanlar zaten kimin aklında ki, İHA, SİHA falan da icat etmeyecektik ama ilkokul beşte okuyan dört çocuk ve kendince bir öğretmen için okulunu ilçe birincisi, ikincisi ya da üçüncüsü yapmak da önemli olmalıydı. Bu başarı birkaç dilim pasta, birkaç çeşit içecek ile kutlamaya değerdi…
Yarışma başladı ve hızla ilerliyordu. 14-15. sorularda B okulu yarıştan kopmuştu. Artık yarış A ile C okulları arasındaydı ve çok sert devam ediyordu. Sorulara verilen her doğru cevapta o okul, taraftarlarınca deliler gibi alkışlanıyordu. Her iki okul da 18. soruya kadar tüm sorulara doğru cevap vermişlerdi. C okulunun umutlarının daha bir yüksek, bizim okulun ise her ders sorularında olduğu gibi rahat hali sürüyordu ve 19. Soru geliverdi. Salondan çıt çıkmıyordu ama heyecan doruktaydı. Fakat A ve C okullarının ikisi de yine doğru cevaplar vermişlerdi, eşitlik yine bozulmamıştı.
Bu zamana kadar derslerle ilgili sorulan sorular tam da taktiksel planlamada olduğu gibi sorumlu öğrencilerimiz tarafından cevaplanıyor, bulunan cevaplar grup sözcüsü tarafından jüri üyelerine ve salona gösteriliyordu. Ve nihayet son soru sorulmuştu:
Soru 20: Mustafa Kemal Atatürk kaç sene Cumhurbaşkanlığı yapmıştır?
Soruya cevap verme görevi birinci dereceden Ayşe’de idi. Fakat o da ne! Ayşe şaşkındı, öyle kala kalmış, hiç bir tepki ve hareket yoktu çocukta. Aslına bakılırsa Ayşe haklıydı da. Çünkü bu sorunun cevabı, o zamanki ders kitaplarında açık seçik yazılı değil, daha başka şekliyle ifade ediliyordu. Bereket versin ki, şaşkın olan bir tek bizim Ayşe değildi, diğer okulların yarışmacıları da şaşkındı ve hatta salondaki çok sayıda bu sorunun cevabını bilmesi gereken izleyiciler de…
Salonda izleyiciler tarafında yanımda oturan fanatik taraftarımız bir öğrenci velisi bana sessizce, “Hocam, bu soruyu bizimkiler bilecek mi?” diye soruyordu. Ben, “Eğer, Akif kalemi eline alır, kağıdı da önüne çekerse kesin bilirler yoksa” demeye kalmadan, Akif kağıdı önüne çekiyor ve gereken dört işlemden birini yapıp, sonucu yazıp grup sözcümüz Ayşe’ye veriyordu.
Nihayet nabızlar yüksek, yürekler çarpıyordu ve jüri süre doldu, cevaplar kaldırılsın diyordu.
Yirminci soruya yalnız bizim okul (A)’dan doğru cevap veriliyordu ve ilçe ilkokullar arası bilgi kültür yarışmasının finalini 100 puanla tamamlayarak ilçe birincisi oluyorduk Allah’ın izni, çocuklarımızın aklı ve emeğiyle. C okulu 95 puanla ikinci, B okulu ise daha az puanla üçüncü oluyordu.
İlk tebrik edenim okul müdürümüz oluyordu ve tebrikten hemen sonra bana tebessümle, “Hocam hiç kusura bakma, okulu ilçe birincisi olmuş bir okul müdürü olmanın bir süre mutluluğunu yaşamadan asla ölmek istemiyorum” diyordu…
Fazla beklemeden pastaneye gidiliyor ve iş tatlıyla sonlandırılıyordu. Ve öğretmenleri tarafından çocukların gözleri tekrar öpülüyordu…
