“Hayır” kurumu, “evet” geleneği ve onay mercii
Onay mercii olmak, aklını istirahate almaktır. Onayın kitlesel karşılığı “Tavuk Esirgememe Kurumu”nun ilkelerine uygun hareket etmek sayılabilir. En konforlu kafa durumudur onay. Yine kitle kültüründe “Salla başı al maaşı” diskurunca sakin sularda gemiyi yüzdürme felsefesidir. Kızıl elma, ütopya, ideal düzen, öz ülke, ideal devlet… Bütün bunların buluştuğu müşterek öğreti aynıdır: Kaz Gelecek Yer! Kaz ile tavuk arasındaki farkı fark etmeyenler bunun önemini kavrayamadıkları gibi bu seviyeye de irtifa edemezler(!) Onay üç beş günlüğüne tanrı mührünü ele geçirme hevesinden beslenir. Onaylamakta nasıl bir kudret varsa onaylanmakta da hakikate ev sahipliği yapmak gibi bir avunma mevcuttur. Yazıyla yaparsanız buna onaylamak, hâl ve ikrar ile yaparsanız onamak demeniz daha muvafık olur. Muvafık kelimesi zaten uzun yıllar onay sözcüğünün gelmesini beklemiş, o geldikten sonra orta yaşın üzerindeki insanlarla vakit geçirme yolunu tutmuştur. Hiç unutmuyorum, yıllar önce koridordan oturma odasına geçer gibi bir yer değiştirme başvurusu yapmıştım. Akşama sabaha onaylanır diye bekliyordum. Haftalarca gidip geldim, hiçbir gelişme yoktu. Tam ümidi kesmiştim ki 10. ayda onayın gerçekleştiği haberi ulaşmıştı. Onay belgesini almaya gittiğimde ilgili memura, “Artık bir anlamı kalmadı, ben yerimde kalmaya karar verdim, yani koridorda devam edeceğim, oturma odasına geçmek istemiyorum” dediğimde görevli memur, söylediklerimden hiçbir şey anlamadığını ima edercesine evrakımın tam zamanında onaylandığını söylemekte ısrar etmişti. Şaşkınlıkla “Nasıl yani?” diye sorduğumda verdiği cevap kelimenin tam anlamıyla beni dumura uğratmıştı: “Beyefendi dilekçenizi verdiğiniz günden bugüne tam 10 ay geçmiş. Dolayısıyla 10aylama (onaylama) için belirlenen süreye gayet uygun hareket edilmiş!”
Bir şeye onay vermek onun sonuçlarına katlanmayı göze almak, hukuken de sorumluluğunu yüklenmektir. Nasıl kötülüğü onaylamak kötülüğü yapmaya çok yakın bir yaklaşım ise iyiliği onaylamak da iyiliği yapmaya komşu bir mukarenettir. Asıl itibariyle kişi için onayın merkezi dış değil içtir. Yani onayı kalbinden, vicdanından ve aklından almalı kişi. Diğer bir tabirle aklına, vicdanına ve kalbine vahyi anlamda bir istikamet biçmelidir. Mevcut durumu her şekilde benimseyip onaylamaya statükoculuk ya da bir başka deyişle muhafazakârlık denildiğini biliyoruz. Hayır mı şer mi taşıdığına hiç bakmadan, her geçen kervana “Yürü!” demek yükünü tutmak için gidişatı tebcil etmektir.
Kelime-i Tevhidin “Lâ” ile başlaması çok ince bir mesajdır. Kabullenen, onaylayan değil itiraz eden “hayır!” diyen, karşı duran bir tavrın ifadesidir bu. Tevhit kafa sallamak değil “hayır!” demek, geri durmaktır. Evet’in kurumsallaşması diye bir durumla karşı karşıyayız. Elbette durumlar da kurumlaşabilir. Fakat sahih geleneğimiz evet’ten çok hayır’ların kurumlaşmasına daha muvafık dinamiklere sahiptir. Bu dinamikleri esas almak gerekirken kitlesel fetvaları onaylayıp evetlemek dünden bugüne bu kadar yolu boşuna yürüdüğümüz halde mesafe kat etmediğimiz anlamına gelecektir.
“Hayır” diyebilmek yalnız olmayı, ötelenmeyi, cezalandırılmayı göze almaktır. Kırmamak için “evet” demek zorunda kalan irade kendine ve özüne yönelik birçok şeyi kırıp dökmüş olacaktır. Hayatım boyunca “hayır!” diyememenin sıkıntısını yaşadım. İçimden bir el beni çimdikleyip durdu. Hiçbirimiz “hayır” dedikten sonra karşılaşacağımız sonucu göğüsleyebilecek güç ve cesarette değildik. “Hayır deyip uğraşma, evet de kurtul” anlayışı ne çabuk aramızda bir prensip halini aldı. “Evet” demek her zaman senkronizedir. “Hayır” demek ayrıksı ve itaatsizdir. Koroya katılan rahatta, dışarda kalan taraftarsızdır. Evet diyenlerin tribünleri ve amigoları, hayır diyenlerin ilkeleri, doğruları ve kalp atışları vardır.
Bir şeye evet ya da hayır demek için pencereden dışarıya bakmak zorunda değiliz. Millet ne der, halk nasıl karşılar, kamuoyu hangi durumda gibi bir sürü veri toplamaya ne hacet! Kitlelerin ne kabulü vardır ne reddi, ancak bir yanlışa (yanılışa) ve bir doğruya el ele tutuşarak gitme bağımlılıklarından bahsedebiliriz. Bir şeyin onayı ve reddi insanın bizzat kendi müktesebatının bir tezahürüdür. İnsana en yakın olan kalbidir, ona asla yalan söylemez, onu tek başına bırakmaz. İnsanın en büyük buluşu ise vicdandır. Sözcük anlamı itibariyle de “bulmak” anlamına işaret eder. İçinde bulduğun şey doğrudur.