Başbağlar: Aynı Ateşin İki Yakası
Türk milleti, tarih boyunca türlü badirelerle sınanmıştır. Ancak bazı anlar vardır ki bu sınavlar yalnızca cana değil, doğrudan milletin birliğine yönelir. Madımak ve Başbağlar, bu topraklarda milletin kardeşliğine ve tarihsel sürekliliğine yönelmiş en karanlık saldırılardandır.
1993 yılının Temmuz ayında, yalnızca iki gün arayla yaşanan bu iki katliam, tesadüfi değil; kurgusal, sistematik ve derin akıllar tarafından sahnelenmiş, Türk milletini bölme girişimleridir. Her ikisi de milletin ortak vicdanına, hafızasına ve millî şuuruna zarar vermeyi hedeflemiştir.
Madımak’ta hedef alınanlar, Anadolu Türk halk müziğinin, sözlü kültürün ve Alevi geleneği içinde şekillenen millî hafızanın taşıyıcılarıydı. Pir Sultan’ın, Aşık Veysel’in, Ruhsati’nin mirasını yaşatan ozanlar, dervişler ve halk aydınlarıydı.
Başbağlar’da ise hedef, Sünni Türk halkının geleneksel, mütedeyyin köy kültürüydü. Terör örgütü, cami, okul, sağlık ocağı ve evlerden oluşan yaklaşık 200 binayı yakmış, 33 sivil Türk’ü kurşuna dizerek şehit etmiştir. Türk milletinin inanç ve yaşam damarlarını besleyen kökler hedef alınmıştır.
Bu iki saldırı mezhepsel gibi görünse de, aslında Türk milletini iki yandan parçalama operasyonlarının yüzüdür. Biri “Siz Alevi’siniz, yalnızsınız.” dedi; diğeri “Siz Sünni’siniz, yalnızsınız.” Ana hedef, Türk’ün birlik duygusunu yok etmekti.
2 ve 5 Temmuz 1993’te yaşanan bu katliamlar, Türk milletinin düşmanlarını sevindiren bir sonuç doğurdu: Toplum, birliğini sorguladı; komşusuna şüpheyle baktı; kardeşliğin sesi susturuldu.
Bu kurgunun gerisinde mezhep düşmanlığı üretmek, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek isteyen yabancı istihbarat yapıları, etnik bölücü örgütler ve iç ihanet odakları vardır.
Bu iki acı bize şunu öğretmelidir:
Türk milleti, ancak birliğini koruyarak bu oyunları boşa çıkarabilir.
Alevi’siyle, Sünni’siyle; doğusuyla, batısıyla; şehirlisiyle, köylüsüyle bir bütün olarak acıyı paylaşırsa, her zorluğun üstesinden gelebilecek güce sahiptir.
Madımak da bizimdir, Başbağlar da. Bu iki olay arasında taraf seçmek isteyenler, aslında Türk milletinden yana değildir. Çünkü bu iki katliam da Türk’ün varlığını hedef almış, iç cepheyi zayıflatmayı amaçlayan operasyonlardır.
Acıları yarıştırmanın değil, yaraları birleştirmenin zamanıdır. Bugün gelinen noktada, Başbağlar katliamının maşalığını yapanlarla aynı yolda yürümek; toplumdan tüm bu olanları sineye çekmesini beklemek; bu ve benzeri katliamları hafızalardan silmeye çalışmak, hem vatana, hem şehitlerimize, hem de tarihimize yapılacak en büyük ihanettir.
Bu tür katliamların önüne geçmek için toplum; millî birlik bilinciyle hareket etmeli, fitneye karşı uyanık olmalı, adaleti sahiplenmeli ve her türlü ayrımcılıkla yüzleşmelidir. Bunun yanında; eğitimle bilinçlenmeli, karakterli bir duruş sergilemeli, okuyarak gerçeği ayırt etmeli ve hakkını cesurca aramalıdır. Gençliğimize ve çocuklarımıza tarihsel ve ahlaki şuur aşılamalıyız. Sessizlik ve kayıtsızlık, yeni felaketlerin zeminidir. Ahlaklı, bilinçli, onurlu ve bilgiye sahip bir millet olmaktan asla vazgeçmemeliyiz. Tarihimize, kültürümüze, kutsallarımıza sahip çıkmalıyız. Bu tür olayların önüne geçmek sadece devletin değil, toplumun da namus borcudur.
Eğer millet ortak acıyı sahiplenirse, ortak geleceği de kurabilir. Aksi hâlde her ayrılık, yeni bir katliamın davetiyesi olur.