Neolitik Dönemde Mezopotamya ve Orta Asya'da Uygarlık Kurulumu
Neolitik devrim, insanlık tarihinde yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda zihinsel ve kültürel bir dönüşüm sürecine işaret eder. Mezopotamya ve Orta Asya gibi farklı coğrafyalarda bu dönüşümün aldığı biçim, sadece yerleşiklik ve üretim tarzlarıyla değil, toplumsal organizasyonun temel kurulumu ile birbirinden ayrılır.
Bu yazımda Mezopotamya'da inanç temelli kolektif yapılarla şekillenen sosyal yaşamın, Orta Asya'da doğaya ve yaşamsal pratiklere dayalı daha esnek bir yapıdan nasıl ayrıştığını bugün itibariyle elimizde bulunan arkeolojik veriler ışığında incelemeyi amaçlamaktayım.
Bu konu arkeolojik keşifler ve yapılan araştırmalar geliştikçe yeni tezler ve yeni yorumlara açık bir konudur.
1. Mezopotamya'da İnanç Merkezli Toplumsal Yapının Arkeolojik Kanıtları
Göbeklitepe ve benzeri "Taş Tepeler" yapıları, M.Ö. 10.000'lere tarihlenen anıtsal mimarileriyle, henüz tarım ya da kalıcı yerleşimin tam oturmadığı bir dönemde önce "tapınağın" ortaya çıktığını gösterir. Bu yapıların inşası için gerekli olan iş gücü, iş bölümü ve koordinasyon, toplumsal organizasyonun temelinde "inanca dayalı" bir organizasyonun varlığına işaret eder.
Bu merkezlerdeki hayvan kabartmaları, soyut semboller ve ritüel uygulamaları, görünür dünyanın ötesine dair bir anlam arayışının izleridir. Mezopotamya'da inancın, toplumu bir arada tutan, organize eden ve hatta mekânsal planlamayı şekillendiren temel unsur olduğu söylenebilir.
2. Orta Asya'da Yaşama Dayalı Zihniyetin Arkeolojik ve Etnografik Göstergeleri
Orta Asya Neolitik alanlarında M.Ö. 7000 öncesinden başlayarak tarihlenen kültürlerde (Ceytun, Anav, Jeitun vb.) ritüel mimarinin yokluğu dikkat çekicidir. Yapılar sade, fonksiyonel ve bireysel yaşam alanlarına yöneliktir. Hayatta kalma, göçebe hareketlilik ve çevresel uyum öncelikli bir toplumsal yapı söz konusudur.
Dinsel sistemler ise doğaya işaret eder. Tengricilik, Şamanizm ve animistik inançlar, kutsalı yapay bir mabette değil, dağda, ağaçta, su kaynağında ya da doğanın kendisinde arar. Bölge toplumlarının din tarihine bakıldığında, doğadan ilham aldıkları ve geliştirdikleri inanç sistemlerinin, onlara atalarından miras kaldığı düşünülebilir.
Bu durum, inancın kurumsal ya da anıtsal bir yapıya ihtiyaç duymadan, yaşamla iç içe, akışkan bir sistem olarak algılandığına işaret eder. Kutsal olan, doğada zaten vardır ve insan, onunla uyumlanmak zorundadır.
Orta Asya'nın geniş ve heterojen yapısı, tek bir dini ya da toplumsal modelin tüm bölgeye uygulanamayacağını ortaya koyar. Ancak genel olarak, Orta Asya toplumlarını bir arada tutan en güçlü bağlardan biri ortak kimlik ve kültürel aidiyet duygusudur.
Bu kimlik, dilsel bağlar, ortak yaşam pratikleri ve doğayla uyumlu bir hayat tarzı etrafında şekillenmiştir. Dolayısıyla, bölgedeki sosyal organizasyon, anıtsal dini yapılar yerine, kolektif kimlik bilinci ve yaşam pratiklerinin oluşturduğu doğal düzen üzerine kuruludur.
Bu durum, bugün Altay halkları çatısı altında Türklerin de bulunduğu toplumların inanç sistemlerinden bağımsız olarak güçlü bir toplumsal bütünlüğe sahip olmasını sağlamıştır. Çünkü bu toplumların inanç temelinde en başta kimlik vardır.
3. Zihinsel ve Toplumsal Farklılaşma: Sembol ile Pratik Arasında
Bu iki coğrafya arasındaki fark, sadece inanç sistemlerinin özelliğiyle değil; insanın dünyayla kurduğu ilişkinin felsefi niteliğiyle ilgilidir. Mezopotamya'da insan, anlam yaratmak üzerine yoğunlaşır; dünyayı sembollerle çevreler, anıtlarla işaretler. Orta Asya'da ise insan, dünyayla uyumlanmayı tercih eder; ona müdahale etmeden, onunla birlikte devinir.
Bu nedenle Mezopotamya'da inancın organize edici rolü baskınken; Orta Asya'da yaşam pratiği, inanca şekil verir. Bu fark, sadece tapınak-köy ilişkisini değil; toplumların "varlık" anlayışının da nasıl farklılaştığını gözler önüne serer.
4. Sonuç: Zihniyet Coğrafyası Olarak Neolitik Dönem
Neolitik dönem, sadece ekonomi ya da tarımla ilgili bir devrim değil; aynı zamanda insanlık tarihinin temel zihniyetlerinin de şekillendiği bir eşik noktadır. Mezopotamya'da inanca dayalı sembolik yapılar üzerinden kolektif bir düzen inşa edilirken, Orta Asya'da yaşama dayalı ve doğa ile iç içe bir düzlemde gelişen bir düzen tercih edilmiştir.
Bu farklılaşma, daha sonraki uygarlık tipolojilerinin, inanç sistemlerinin ve sosyal yapıların temelini oluşturmuş olabilir. Bu nedenle Neolitik dönemin zihniyet coğrafyası, sadece arkeolojik değil; aynı zamanda felsefi ve antropolojik bir çözümlenme potansiyeli taşır.