SİVAS`IN ULU CAMİLERİ

Mihmandarlarımız Mahmut Üngör ve Muhammed Celal Semen hoca ile birlikte önce ruhumuzu, sonra da midemizi doyurmak üzere gecenin saat üçünde Sivas’ın yollarına revan oluyoruz.

Bir saatlik bir yolculuktan sonra kendimizi Sivas’ın en kadim mabedlerinden Sivas Ulu Camii’nin bahçesinde buluyoruz. İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi Hazretleri’nin kabrinin başında okunan Yâsîn; mezar taşlarında, cami duvarlarında, gül yapraklarında yankılanarak dokunduğu her şeye hayat veriyor.

Cemaat yavaş yavaş camiyi doldururken, mahmurluk yerini yeniden kutlu bir uyanışa bırakıyor. Müezzinin sabâ makamında okuduğu ezan; eğri minareden Sivas Kalesi ile Yukarı Tekke arasında yankılanıp, mabedin direkleri arasında dolaşarak cemaatin ruhuna değiyor. Huzur ve Hızır iç alemine dalanlarla merhabalaşıyor.

“Hay Hak Dede”nin yokluğu belli oluyor

İmam hatib hafız Erdal Karatepe’nin okuduğu ayetler gecenin karanlığını yırtarak, ağaran günle buluşuyor.

Rahmân ve Rahîm olana biatlar tazeleniyor.

Hamdile başlayan, söz verme ile devam eden ve duâ ile yakarışa dönüşen ilahi buluşma “âmîn”le bağlanıyor.

Ulu Camii’yle özdeşleşen ve 9 Mayıs Cuma 2014 tarihinde sonsuzluğa uğurlanan “Hay Hak Dede”nin (Süleyman Yalman) yokluğu ne kadar da derinden hissediliyor.

BİR’e yönelenler, son nefesini vermeden evvel hayatı doya doya yaşamak üzere değişik mekânlara dağılıyor.

“Sivas ağzı” tebessüm ettiriyor

Ruhumuzu doyurduk; sırada yaşamın vazgeçilmez ritüellerinden olan mideyi sevindirme eylemi var.

Sivas’ın 200 yıllık lezzet geleneğini sürdüren “Akın Kellecisi”ne doğru ilerliyoruz.

Sabahın erken saatleri olmasına rağmen küçücük salonda bir hareketlilik var. Herkes “kelle gırdırma” telaşında.

Akşamdan fırına atılan koyun, kuzu ve keçi kelleleri nar gibi kızarmış.

Muammer usta bir taraftan kelle ayıklarken, diğer taraftan “Sivas ağzı”yla müşterilerinin siparişlerini alıyor.

Ayıkladığı kelleleri kağıt üzerine yayarak, sıcak sıcak servis ediyor.

İki kelle gırdırıyoruz; kesmiyor. Bir daha. Doyduk, Elhamdülillah.

“En büyük pastayı Gayserililer yiyor”

Üstüne tek kullanımlık plastik bardaklarda keyif çayları geliyor. Lezzetin bütün gelenekselliğini yerle yeksan ediyor. Sebebi cam bardakların yağlanması ve yıkanmasının zahmetli olmasıymış. Olmadı, Muammer usta!..

İşte Sivas’ın esnaflık anlayışı ile Kayseri’nin esnaflık anlayışı arasındaki nüans farkı. Kayserili siyah renkli ürününü datlı dile ile gökkuşağı renklerine boyayarak satarken, Sivaslı elindeki altının değerini tenekeye çeviriyor. Sonra da, “gardaş, sucuk ve pastırmanın kralını Sivaslılar yapıyor, en büyük pastayı Gayserililer yiyor” diye hayıflanıyorlar.

***

Öte taraftan 2 Temmuz 1993’te “Madımak travması” geçiren Sivas, sıkıntılı günleri geride bırakmışa benziyor. Spor Toto Süper Ligi’nde futbol oynayan Sivasspor’uyla, 40 bine yaklaşan öğrenci potansiyeliyle âdeta marka şehir olma yolunda ilerliyor. Artık göç veren değil, göç alan Sivas’ta kira ve konut fiyatları el yakıyor.

***

Raybüs’le yolculuğun keyfi başka

Artık tekrar yola revan olma vakti geldi. Sabah namazını edâ ettiğimiz Sivas Ulu Camii’den 180 kilometre uzaklıktaki diğer bir Ulu Camii’ye hareket saati yaklaşıyor. Şubat 20014’te hizmet vermeye başlayan “Raybüs”le Divriği’ye doğru ilerliyoruz.

39 yıl süren 5,5 kilometrelik Deliktaş Tüneli’ni üç-beş dakikada geçerek, Sabahat Akkiraz’ın çok güzel yorumladığı “Kara tren yol alıyor Cürek’ten” türküsü eşliğinde Cürek’ten ilerleyerek, 2 saat 25 dakikada Divriği’ye ulaşıyoruz.

Nuri Demirağ imkânsızı başarmış

Geçtiğimiz yolların çetin doğa şartlarını gördükten sonra vatanın büyük sathını demir ağlarla birbirine bağlayan, havacılık tarihimize çığır açan damgasını vuran “Nuri Demirağ”ı (1886-1957) hatırlamamak vefasızlık olur.

Demirağ, 1920 ila 1945 yılları arasında Türkiye’nin ufkunu açacak yerli girişimlerle âdeta sanayi devrimine yön veren isimdir.

Demirağ, ilk Türk sigara kağıdını üretir, ilk Türk demiryolunu yapar, ilk demir-çelik fabrikasını Karabük’te hayata geçirir, ilk Türk uçağını imal eder; “emperyalist zihniyet”in kumpaslarıyla başedemeyince, çok partili hayatın ilk siyasi partisini (Milli Kalkınma Partisi) kurar. 1954 seçimlerinde Demokrat Parti’den Sivas milletvekili olur. 13 Kasım 1957 yılında şeker hastalığından vefat eder. Rahmetle anıyoruz.

***

Divriği’ye hayat veren maden

Divriği Tren Garı’nda inip, demir tozlarına bulanarak kadim beldeye doğru yürümeye başlıyoruz. Divriği her ne kadar demir ve çelikle anılsa da, asıl değerini “Anadolu Selçuklu Devleti Mengücek Oğulları Beyliği”nden alıyor.

Yolumuzu kesen camiler, kümbetler, türbeler, bedestenler, çeşmeler, hanlar, hamamlar, tarihi ev ve konaklar bütün yorgunluklarına rağmen geçmişten geleceğe ulaklık yapıyor.

Şehrin kalbine doğru ilerlerken, belde efsunlu bir perde gibi açılıyor. Divriği, Fırat`ın kolu olan Çaltı suyuna yakın yarı düzlük bir alanda Mengüceklerin başlattığı mimari şaheserlerin gölgesinde nefes almaya devam ediyor. Meliklerin bölgenin demir madenlerini işleterek büyük gelirler sağlandığı; bu gelirlerle de bugünkü Divriği’yi imar ettiği belirtiliyor.

Kale Camii hayalperestlerin yıkımına uğramış

Şehrin en önemli silüetlerinden olan ve Mengücekoğlu Seyfeddin Şahin Şah Bin Süleyman tarafından yaptırılan “Divriği Kalesi” (1181); Moğol istilasının yapamadığı tahribatı yakın dönemde görmüş, dinamitlerle parçalanan sur taşları bazı yapıların temelinde kullanılmış.

Türklerin Anadolu’daki ilk yapıtlarından olan ve 1180 yılında Süleyman Şah oğlu Emir İshak tarafından yaptırılan “Kale Camii”, hazine arayan hayalperestlerin yıkımına maruz bırakılmış.

Divriği Kalesi’nin ileri karakolu konumundaki “Kestoğan Kalesi” ise, düşman saldırılarını defetmek için bir kartal gibi zirvedeki 360 derecelik konumuyla hâlâ etrafını kolluyor.

Şerhedilmeyi bekleyen taşlar

Zirveyi seyrederek, “Sitte Melik Türbesi”ne dualar göndererek, 19. yüzyıl şehir mimarisinin örneklerinden ve 20 yıl jandarma karakolu olarak kullanılan “Edegilin Evi”nin önünden geçerek, Kaleyolu Sokak’tan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’na doğru tırmanıyoruz.

Virane ve metruk olsa da, “Hamam-ı Bala” (Yüksek Hamam) önümüzü kesiyor; ruhumuzu dünyanın kirlerinden arındırıp huzura öyle çıkalım diye.

Heyhat ki, dünyanın bütün kirleri içimize işlemiş; temizlenmek nafile.

Ve Iğımbat Dağı’nın eteğindeki mucizevî özelliklerle bezenmiş şaheserin önündeyiz.

Bir Cuma vakti, sanki Kâbe’deyiz.

Divriği Ulu Camii ve Darrüşşifası; bir “kutsal kitap” gibi muhkem ve müteşabih hususiyetleriyle ruhumuzu sarmalıyor. Şerhedilmesi için taşa işlenmiş sonsuz sayıdaki mânâ figürü “oku”nmayı bekliyor.

Taç kapılardaki mânâ âlemi

Benzersizdört taç kapı; hangisinden girseniz Allah’a götürüyor.

Ay ve güneş eşliğinde gökyüzüne değen Taç Kapı açılıyor; Darüşşifa’nın ortasından yükselen tılsımlı bir su sesi, sahnenin arkasındaki uhrevi ritimlerle ruhumuza dokunuyor. Berzah âleminde 15 sevdiğiyle yanyana olan“Melike Turan” yeniden hayat buluyor.

Kanuni Sultan Süleyman’ın dokunduğu minareden ezanlar okunuyor; Çarşı Kapı laleler, çift başlı doğanlar, küreler ve enva-i çeşit motiflerle zamandan ve mekândan münezzeh bir İlah’a açılıyor.

Cennet Kapısı’ndan melekler süzülüyor; kapıların ardandaki kapılar, perdelerin ardındaki perdeler görülüyor. Gül ile bülbüle olan aşk; ulu kapıda cem edilip sonsuzluk âlemine saçılıyor.

Şah Kapısı’ndan ârifler Allah’a kulluk bilinciyle eğilerek giriyor; önde caminin banisi Mengücek Beyi Ahmet Şah, arkasından başmimar Ahlatlı Hürrem Şah, Ahmed Nakkaş el-Hılâtî, Ahmet bin İbrahim el Tiflisî ve Ahmet bin Muhammed hünkâr mahfilinde diz çöküyor.

Mihrabın kalbinde sembolleşen sözler

Abanoz ağacının sanata dönüştüğü caminin kalbindeki sûre ve hadislerle nefeslenen minber, çalınan kapısına gelen imamı Hannâne gibi dile gelerek hutbesini irad etmesi için buyur ediyor.

İlim, bilim ve imanla yoğrulmuş mekânda sadece bir ziyafet başlıyor.

Mimarların Piri Sinan’ın zelzelelere karşı beslediği sütunlar arasında, üstü açık kubbenin ahengi bozulmuş aydınlığında dolaşan “kutlu sözler” bütün yönleri terk ederek sonsuzluğa açılan mihrabın kalbinde sembolleşiyor.

Semboller mânâ âleminin sonsuzluk ikliminde BİR’leşiyor.

7 saflık Cuma cemaati ve dahi melekler secdeye gidiyor; kâinatta başka bir örneği olmayan mabed kendinden geçiyor. “Allah kendine hamdeden kullarını işitip” şah damarlarına bûseler konduruyor.

"Anadolu`nun El-Hamrası"na veda

UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine alınmış, insan yapısı ilk İslâm eseri olan "Anadolu`nun El-Hamrası" Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa’sına veda vakti geliyor.

Evliya Çelebi burasını ziyaret ettiğinde, “Üstad, mermer bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır” ifadesini boşa kullanmamış.

Bağışla ey taşın aşk ile işlendiği ulu mabed; seni anlatmaya dilim lâl, aciz kaldı kalemim.

***

Hamiş:

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Divriği Kalesi, Hamam-ı Bala ve diğer tarihi yapılarla ilgili Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Sivas Valiliği tarafından yapılan protokolle yürütülen çalışmalar çok yetersiz. “Medeniyet tasavvuru”nu iktidarları boyunca dünyanın her yerinde hissettiren sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Divriği’deki olumsuz gidişata bir kez daha el atması elzem gözüküyor.

****

*

SİVAS ULU CAMİİ’NİN ŞECERESİ

Sivas Ulu Camii, Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı II. Kılıç Arslan`ın ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırmasıyla Sivas-Aksaray arasındaki bölgeye hükümdar olan Kutbeddin Melikşah saltanatı zamanında Kızılarslan bin İbrahim tarafından 1196-1197 yıllarında Kul Ahi`ye yaptırılmış. Anadolu’nun en eski camilerinden birisi olarak bilinen ve eğik minaresiyle dikkatleri üzerine çeken Danişmentli mimarisi özelliğini taşıyan Sivas Ulu Cami 817 yıldır tüm ihtişamıyla ayakta duruyor.

Yaklaşık bin 674 metrekarelik bir alana oturan dikdörtgen planlı ve üst örtüsü düz dam şeklinde olan caminin güney duvarına dik olarak uzanan 11sahanlı asıl ibadet alanında toplam 50 tane kemerli dikdörtgen planlı yığma ayak bulunuyor. Minareden çıkılan hizada baştan ikinci direk olan Hızır Direği olarak biliniyor. Rivayetlere göre Hızır’ı görmek isteyen kimse, kırk gün ikindi veya sabah namazını Hızır Direği dibinde namaz kılarsa görüşürmüş.

Camiden yaklaşık 3 metre uzaklıkta tuğla örgülü ve 116 basamakla çıkılan silindirik gövdeli minaresi, kendi eksenine göre 25 derece eğikliğiyle İtalya’nın Mucizeler Meydanı’nda bulunan Pisa Kulesi’ni andırıyor. Minare, Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce başlatılan çalışmayla yıkılma tehlikesine karşı uydu izleme cihazıyla takip ediliyor.

***

Timur İstilası, Ankara Savaşı ve Mezid Bey ile Bayezıt Paşa arasında meydana gelen çarpışmada büyük hasar gören Ulu Camii kısmen yıkılır. Fakat tarihinin en büyük yıkım tehlikesini Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşar.

Başbakanlık Cumhuriyet Arşiv kayıtlarında yer alan bilgilere göre; devlet 1940 yılında vakfa ait Ulu Camii’nin tamir edilebilmesi için kâfi miktarda tahsisat bulunmadığı için haline terk edilmesine, daha sonra 1948 yılında ise, Devlet Müzesi yapılması kaydıyla Millî Eğitim Bakanlığı’na tahsisi için karar vermiş. Bu nedenle Ulu Camii 1950 yılına kadar harabe halde ibadete kapalı tutulmuş.

1954’te başlayan tamirat 1955 yılında tamamlanmış olup, caminin çöken ahşap örtüsü ve üzerindeki toprak örtü alınarak çinko saçla kaplanmış. Bu onarım, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı EfendiHazretleri’nin teşvikleri ve çalışmaları ile başarılmış, cami yeniden ibadete açılmış. Ayrıca bu çalışmalar esnasında, hem yapım hem de onarım yazıtı bulunmuş.

1955 yılında yapılan büyük onarım sırasında caminin inşa ve onarım kitabeleri bulunmuş, yapım tarihi ve yaptıranı ilim âlemine tanıtılmıştır. Yapım kitabesi Sivas Müze Müdürlüğü`nde muhafaza edilen kitabede şu ifadeler yer almaktadır: “Cami, 1196-197 yılları arasında II. Kılıç Arslan`ın oğlu Kutbeddin Melik Şah`ın saltanatları zamanında Kul Ahi yaptırmıştır.”

***

Ulu Camii’nin yerini Hızır gösterdi

Sivas Folkloru denildiğinde ilk akla gelen isimlerden olan Şair-Yazar Vehbi Cem Aşkun (1909-1979), Ulu Camii hakkında bir yazısında şu rivayetten bahsetmektedir: “Vaktiyle cami, istasyon civarındaki Gazhane denilen mevkiine yapılacak istenir; fakat bir türlü muvaffak olamaz. Caminin yapılması için icabeden malzeme gündüz akşama kadar Gazhane’ye taşınır, sabahleyin kalkıldığında aynı malzemenin caminin bugünkü yerinden olduğu görülür. Aynı hal 40 gün devam eder. Nihayet ihtiyar bir zât çıkagelir. Caminin Gazhane’ye değil, hâlihazır yerine yapılmasını söyler, nasıl yapılacağını da izah eder. Sonra gözden kaybolur. Bunun üzerine derhal ihtiyarın dileği yetire getirilir. O zâtın da Hızır olduğuna kanaat getirilerek, caminin ilk direği onun görüldüğü yere dikilir. Adına da ‘Hızır Direği’ denilir.”

****

*

DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI’NIN ŞECERESİ

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası adıyla dünya sanat tarihine ismini altın harflerle yazdıran UNESCO Dünya Mirası Listesi`ndeki eşsiz eser; Anadolu Selçuklu Devleti Mengücek Oğulları Beyliği döneminde Mengücek Beyi Ahmet Şah(1228) ve eşi Melike Turan tarafından Ahlatlı Hürrem Şah’a yaptırılmış. Cami için hazırlanan vakfiyeden anlaşıldığına göre, külliye inşaatının başlanmasından ibadete açılmasına kadar geçen süre 14,5 yılı bulmuş.

Caminin kuzey cephesindeki kıbleye açılan bezemeleriyle insanı büyüleyen görkemli Cümle Kapısı taç kapısı 14.5, Darüşşifa’nın taç kapısı ise 14 metre yükseklikte inşa edilmiş. Yapıdaki mükemmel üç boyutlu detaylı geometrik sitiller ve bitkisel bezemeler, kapı ve duvarlara işlenen asimetrik motifler, hiç tekrara düşmeden Allah’ın birliğini vurgulayan şaheser olarak vücuda getirilmiş.

Şifahane Taç Kapısı, Cami Kuzey Taç Kapısı, Cami Batı Taç Kapısı ve Şah Mahfili Taç Kapıları’nın hepsi birbirinden farklı eşsiz üç boyutlu detaylı geometrik sitilleri ve bezemeleri mimarlık ve mühendislik harikası olarak dizayn edilmiş.

Caminin kuzeybatı köşesinde yer alan asıl minaresinin yıkılmasından sonra, 1523 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından tekrar yenilenmiş. Ayrıca yapının bazı sütunları Mimar Sinan tarafından depreme karşı güçlendirilmiş.

Külliyenin yapımında var olan; aşhane, konukevi, sundurma, mahkeme, namazgâh, musalla, kuyu ve sebil gibi yapılar günümüze maalesef ulaşamamış.

*

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası`nın taç kapılarında güneşin geliş açısına bağlı olarak oluşan; namaz kılan kadın, namaz kılan erkek ve Ahmet Şah silüetleri eseri görmeye gelenlerin ilgisini çeken unsurların başında yer alıyor.

Külliye`nin cami bölümü, sütun dizileri ile belirlenmiş beş sahın içeriyor. Diğerlerinden daha geniş olan orta sahının merkezinde eskiden ortası açık, fakat şimdi kapatılmış (bu kadar uyumsuz ve zevksiz bir tamirata nasıl müsaade edilmiş orası da muamma) bir kubbe yer alıyor. Caminin minberi ahşap geçme işlemeleriyle, mihrabı ise biçim ve dekorasyonuyla türlerin tek örnekleri olarak yorumlanıyor.

Tarihçiler, Ulu Camii’nin güneyine bitişik olan Darüşşifa’nın Anadolu`da kitabesinde “darüşşifa” tanımı geçen tek yapı olduğunu belirtiyor. 13. yüzyılda medrese, imaret, konukevi olarak kullanılan darüşşifalar; gezgin hekim ve cerrahların hastalarını muayene ettiği mekânlar olarak kullanılıyordu. Tarihçi Necdet Sakaoğlu`na göre, Divriği’deki Darüşşifa bir “konukevi” işlevindeydi.

***

Isıtma hamam buharıyla sağlanıyordu

Rivayetlere göre Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın temellerinin atıldığı sırada işçilerden birinin çalışmadığı fark edilir. Başmimar Ahlatlı Hürrem Şah, işçiden bölgede abdest alabilecek bir yer olmadığını öğrenince, caminin inşaatını hemen durdurur. Yapının 100 metre aşağısında “Hamam-ı Bala”yı inşa ettirir. Ayrıca hamamın bacasından çıkan buharla Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın ısıtma problemi halledilir. "Cennet Kapısı" üzerindeki altıgenin, eserin alttan ısıtma sistemi planı olduğu kaydediliyor. Tarihi yapıdan günümüze ulaşan herhangi bir ısıtma sistemi bulunmuyor.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Sabri Gültekin - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Kangal Gündem Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kangal Gündem hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kangal Gündem editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kangal Gündem değil haberi geçen ajanstır.



Anket KANGAL BELEDİYE BAŞKANI KİM OLMALI?
Tüm anketler