MEDENİYETLERİN GEÇİT MERASİMİ YAPTIĞI ŞEHİR:SİVAS

Türkmen mavisi çinilerin hayat bulduğu, el emeği göz nûru minarelerin göğe erdiği ilim ve bilim üniversitesi. Ulu Camisi, Gök Medresesi, Buruciye Medresesi, Kalesi ve bilgelik kapısında harmanlanan yanık sesli âşıkların beldesi. Timur’un istilasından sonra doyasıya gülemeyenlerin, Kızılırmak gibi akıp da gurbet ellere geri dönemeyenlerin şehridir Sivas.

Sivas’ın merkezine doğru ilerlediğinizde adeta bir “açık hava müzesi”ne geldiğiniz hissine kapılıyorsunuz. Geçmişe dair sayfaları çevirdikçe arkeoloji literatüründe Sivas’ın neden “Doğu Kapadokya” olarak adlandırıldığını daha iyi anlıyorsunuz. Hayal ettiğinizde maziyi, sanki medeniyetlerin geçit merasimini izliyorsunuz...

Şehrin her köşesinde “biz buradayız” diyen Selçukluların; ilimde, bilimde, siyasette ve sanatta zirveye nasıl ulaştıklarının izlerini, ağzınız açık kalarak sürüyorsunuz. Şehirlerin anası değil amma, çileyle yoğrulmuş güzeller güzeli bir Sivas’la karşılaşıyorsunuz. Velhasılı... Timur’un yakıp yıktığı...Osmanlı’nın Eyalet-i Sivas yaptığı... Millî Mücadele kıvılcımının ilk çakıldığı yerdir vardığınız Sivas.

Fakat şu da unutulmamalı!.. Sivas’ı görmek için en önemli sebeplerden birisi “tarih ve kültüre yolculuk” olsa da, diğer sebepleri gözardı etmemekte fayda var. İşte bu önemli sebeplerden birisi de, bağrında barındırdığı “dünyaca ünlü” doğal güzellikleri. Başbaşa kaldığınızda zindeleştiren ve arındıran; Sivas Sıcak, Soğuk Çermik, Kangal Balıklı Kaplıca, Gürün Gökpınar Gölü, Şuğul Vadisi, Sızır Obruk Şelalesi, Hafik Gölü ve Suşehri Akçaağıl Çermiği bunlardan sadece birkaç örnek. Sivas eski Valisi Halil Rıfat Paşa şu tarihi sözü boşuna söylememiş: “Gidemediğin yer senin değildir.”

***

Ayların en mübareği Ramazan ayının sonunda yolumuz medeniyetlerin geçit töreni yaptığı, arş-ı âlâya yükselen minarelerin ayağının Kızılırmak’a bastığı, yanık sesli ozanların, dertli aşıkların bilgelik dergâhı, yiğidin harman olduğu Sivas’a düştü.Havalimanı’ndan servis aracıyla süzülürken tepelerden, haritasını almış elimize geçmişini okuyorduk varacağımız beldenin. Sanki hiç bilmezmiş gibi. Gerçekten de önümüzde bir tablo gibi duran şehri seyredip okudukça anladık ki, bilmemişiz bu beldenin kıymetini. 26 kilometre boyunca kıvrım kıvrım tepelerden inerken şehrin merkezine, geçmişin acıları, hüzünleri, sevinçleri canlanıverdi gözümüzün önünde...

Kökü derinlerde olan mekanlar

Uygarlıklar tarihinde yerini alan, ihtişam ve sefaletleriyle bu coğrafyaya ev sahipliği yapanlar arasında kimler yokmuş ki... Asurlar, Hititler, Kimmerler, Frigler, Doğu Roma İmparatorluğu, Danişmendler, Selçuklular, İlhanlılar, Eretna Beyliği, Kadı Burhaneddin Beyliği, Osmanlılar ve torunları bizler.

Evet kimisi ihtişamıyla hüküm sürmüş bu topraklarda, kimisi de sefaletiyle. Kökü derinlerde, geleceği gökyüzüne asılı mekanlarda yürürken insan bazen iç geçiriyor. “Şu burçların, camilerin, hanların, hamamların, çeşmelerin, köprülerin, kerpiçten yapma konakların dili olsa da konuşsa...” diye hayıflanıyor.

İhtişamı bir tarafa... Sivas’ın kaderi neyse, “kale”sinin kaderi de o olmuş. Bölük pörçük... Bir parçası köprülere küpeşte, bir parçası Vilayet Konağı’na temel olmuş!.. Bir parçası Kongre Binası’nı sırtlanırken, bir parçası bilmem nereye ayak taşı olmuş!.. Hızla modernleşen/gençleşen(!) Sivas’ın neredeyse hemen hemen her temelinde, Sivas Kalesi’nden bir nirengi taşı varmış. Geçen asırların ardından anlaşılan o ki, Sivas Kalesi kendini feda etmiş amma, dokundurmamış Ulu Camii’ye, Çifte Minare’ye, Gök Medrese’ye, Buruciye’ye...

Anlatılacak o kadar çok hatıra var ki...

Bir düşünün; 7200 (yedibinikiyüz) metre uzunluğuyla, 25 metreyi bulan yüksek surlarıyla, 7 heybetli kapısıyla ve yağmalanmasıyla ünlü Sivas Kalesi (M.Ö. 2000)’nin dile geldiğini. Anlatacak o kadar çok hatırası vardır ki; dinleyecek olana. Ve içinde barındırdığı medeniyetlerin geçmişini soranlara...

Selçukluyu bir başka anlatır, Osmanlıyı bir başka... Bağrında cenk eden Yağıbasan’ı bir başka anlatır, 2. Kılıçarslan’ı, bir başka. Sivas’ı şehirlerin başı ilan eden I. Alaaddin Keykubat’ı bir başka anlatır, halkını vergilerle inim inim inleten 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’i bir başka. Yağmacılığıyla nâm salan Abaka Han’ı bir başka anlatır, gözü doymak bilmeyen zalim III. Alaaddin Keykubat’ı bir başka. Eretna Bey’i bir başka anlatır, Kadı Burhaneddin’i bir başka..

Hele taşının üstünde taş koymayan, ilim ve bilim yuvalarını yağmalayan, nice yiğitleri günlerce meydanlarda sürüklettirerek atların ayakları altında katlettiren “Timur”u daha bir başka... Bir düşünün; Sivas Ulu Camii (1196/97)’nden yüzyıllardır duâlar eşliğinde “mirac”a yükselenleri...

Bir düşünün; Şifaiye Medresesi ve Darüşşifası (1217 /18)’nın banisi 1. İzzeddin Keykavus’un sonsuzluk uykusuna yattığı yerin üzerinde yazılı “Geniş saraylardan çıkıp bu daracık mezarlara geldik. Servetimin bana faydası yok” cümlesindeki derin mânâyı...

“İlim talep etmek herMüslüman’a farzdır”

Bir düşünün; Gök Medrese (1271)’de ahşaba nispet yaparcasına, taşlara ilmek atan kündekâri ustalarının hû hû dağdağalarını...

Bir düşünün; Çifte Minareli Medrese(1271/72)’nin Timur’dan sonra, tarih bilincinden yoksun yöneticiler tarafından nasıl harap edildiğini... Ve “Sana bir iş edeyim ki, Timur Sivas’ayapmamış ola!” deyiminin bu ihtişamlı yapıya nasıl da “cuk” diye oturduğunu!..

Bir düşünün; Buruciye Medresesi(1271/72)’nin taç kapısı üzerindeki kitabede “İlim talep etmek her Müslüman’a farzdır”ın manasını idrak edenlerin beldeyi nasıl “ilim ve bilim yurdu”na dönüştürdüğünü...

Bir düşünün; Gök Medrese(1271)’nin kapısındaki bezemelerin adeta üç boyutlu bir tabloya dönüşerek, Türkmen mavisi çiniler eşliğinde sizi hayallerinizin ötesinde bir aleme taşıdığını...

Bir düşünün; Osmanlı eseri Kale Camii(1580)’nin onca Selçuklu mimarî abidesinin arasında, Cıbıllar Parkı’nda yitiğini arayanlara, dünün “Medrese”lerinin bugünün “Üniversite”lerinin adresini nasıl bir rûh haliyle tarif ettiğini...

Bir düşünün; Kızılırmak’ın, kendine hasret ve yanık toprakları sulayarak, kıvrım kıvrım kıvranarak, Sivas’ın yanıbaşından el sallayarak, sancılar içinde memleketine elveda deyişini...

Ve bir düşünün; 4 Eylül 1919’da Sivas Mekteb-i Sultanisi’nin duvarlarında yankılanan kurtuluş mücadelesinin filizlendiği günleri...

“Soğuğu sert, yiğidi mert”lerin beldesi yangın yeri gibi!..

Sivas’ın cadde ve sokaklarında “bir düşünün”leri noktalayarak gezmeye kaldığımız yerden devam edelim diyeceğiz, fakat bu mümkün değil! Çünkü “soğuğu sert, yiğidi mert”lerin beldesinde, deyim yerindeyse “sıcaktan beyin kaynıyor.” Ağustos’un Eylül kapısını hiç bu kadar bunaltan bir sıcaklıkla çaldığı görülmemiş. Normalde yapraklar sararmaya, sobalar harlanmaya dururmuş bu mevsiminde. Belli ki, küresel ısınma yiğidoların da “güz”ünü “yaz”a çevirmiş! Fesübhanallâh!..

Ortalama 35 dereceyi bulan sıcaklığın altında yürürken şaheserlerin gölgesinde, güneşle köşe kapmaca oynuyorduk adeta. Bütün sokaklar, western filmlerinde sık sık rastladığımız ıssızlıktan rüzgârların ıslık çaldığı “ölü şehir” görünümüne bürünmüştü sanki. Kahramanlığın alemi yok deyip biz de saldık kendimizi gölgeye.

Gölgede bulabildiğimiz insanlardan edindiğimiz istihbarata göre; Güdük Minare’yi, Ahi Emir Ahmet Kümbeti’ni, Yukarı Tekke’yi, Kurşunlu Hamamı’nı, Behrâm Paşa Hanı’nı, Subaşı Hanı’nı, Taş Han’ı, Eğri Köprü’yü, Kesik Köprü’yü, Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’ni ve tarihî Sivas Konakları’nı görmeden, Divriği, Zara, Ulaş, Hafik, Gemerek, Şarkışla, Yıldızeli, Doğanşar, Koyulhisar, Suşehri, Gölova, Akıncılar, İmranlı, Gürün, Altınyayla, Kangal ilçelerini gezmeden gitmek haksızlık olurmuş.

***

SİVAS’IN İKİ FARKLI YÜZÜ

29 Mart 2009 yerel seçimlerinden dört gün kala Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu henüz nasıl düştüğü tesbit edilemeyen helikopter kazasında yol arkadaşlarıyla birlikte hayatını kaybetmiş, Sivaslılar büyük bir ahde vefa örneği göstererek onun aday gösterdiği Doğan Ürgüp’ü belediye başkanı seçmişti. Ürgüp’ün belediye başkanlığı döneminde yaptığı hizmetleri iyi veya kötü, bu ayrı bir tartışma konusu. Fakat Sivas Belediyesi, yaşasaydı Yazıcıoğlu’nun "Bir saniyesine bile hükmediğimiz bir dünya için; bu kadar fırıldak olmaya gerek yok!" ifadelerini tekrar kullanacağı bir etkinliğe imza attı. Bir tarafta Mısır, diğer tarafta Suriye mazlumlarının matemleri arşı âlâya yükselirken, 4 Eylül Meydanı’nda düzenlenen "Buruciye Yaz Akşamları"nda haftalarca “vur patlasın, çal oynasın” havaları ile millet kendisinden geçirildi. Şehir Meydanı’ndaki “özgürlük ağacı” altında toplanan bir avuç duyarlı insanın dualarına, ağıtlarına, hissiyatlarına rakkaselerin insafsız dizeleri karıştı. Bir tarafta yüreği ağlayanlar, diğer tarafta eğlencenin dibine vuranlar. Doğan Ürgüp, bu davranışıyla rahmetli Yazıcıoğlu’ndan devraldığı emanate hakkıyla sahip çıkamadı. Gelen tepkileri göğüslemeye mecali kalmayınca da etkinliği iptal etmek zorunda kaldı. Muhsin Yazıcıoğlu’na ahde vefa göstererek Doğan Ürgüp’ü belediye başkanlığına taşıyan Sivaslılar, Mısır ve Suriye’ye duyarsızlığına bakalım önümüzdeki seçimlerde nasıl bir tepki verecek? Merak konusu.****

ALLAH DEMENİN CEZASI

Meslektaşım Orhan Üngör’le Sivas Ulu Camii’ne doğru ilerliyoruz. Anektod konusunda üstad olan Üngör, bir konferans dolayısı ile Sivas’a gelen rahmetli Üstad Necip Fazıl Kısakürek’ten bir anıyı aktarıyor. Üstad, konferans için geldiği Sivas’ta kürsüye çıkar, konuşmaya başlar. Fakat konferansı izlemeye gelenlerden birisi ön sıralardan belirli aralıklarla, “Hay Hak” diye nida etmektedir. Üstad bir ses çıkartmaz, iki ses çıkartmaz, fakat üçüncüye dayanamaz; “Muhterem, biz de Hakkı anlatmaya geldik. Ya ben anlatayım sen sus, ya sen anlat ben susayım” der. Bunaltan sıcağın şiddetinden kaçıp Ulu Camii’ye sığındığımızda Süleyman dedenin hiç kesintiye uğramayan “Hay Hak” tesbihatı hâlâ devam ediyordu. Namaz sonrası caminin bahçesindeki makamında istirahata çekilmiş olan Süleyman dededen müsaade isteyip, yanına iliştik. Ömrünü gücü yettiğince “Emr-i bil-maruf nehy-i ani l-münker” yaparak geçiren Ömer dede, kendine has üslubuyla yaşamanı özetledi. “Evlatlar, Allah demenin suç olduğu, Hak diyenin deli ilan edilip tımarhaneye kapatıldığı günleri yaşadık. Sırf Allah dediğim için beni alıp tımarhaneye koydular…” Ömer dede adeta o günleri tekrar yaşarken, hem kendinin hem de bizlerin gözlerini yaşarttı. Böyle hesapsız adamların duasını almak lâzım. Biz de öyle yapıp Ömer dedenin yanından ayrıldık.

***

CIBILLAR PARKI CISCIBLAK

Eskiden Sivaslılar açık havada nefeslenmek istediklerinde kendilerini Cıbıllar Parkı’na atardı. Uzun bir süredir uğramadığımız Sivas’ın “Medeniyetlerin Geçit Merasimi Yaptığı Yer”i olan meydanda bir önceki dönem belediye Başkanı Sami Aydın sadece 2 adet ağaç bırakmış. Tarihi meydana çıkartmak için ne kadar ağaç varsa budamış. Yani “yaş kesen baş keser” hesabı bindiği dalı kesmiş. Şu anda Çifteminare, Şifahiye Medresesi, Etnografya Müzesi kabak gibi ortada. Fakat fakir fukaranın gölgesinde oturup dertleştiği ağaçlardan eser yok. Artık insanlar eskisi gibi burada çayını söyleyip, çıtır simidini dertleştiği arkadaşıyla paylaşamıyor. Sami Aydın, yazık etmişsin Cıbıllar Parkı’na.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Sabri Gültekin - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Kangal Gündem Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kangal Gündem hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kangal Gündem editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kangal Gündem değil haberi geçen ajanstır.



Anket KANGAL BELEDİYE BAŞKANI KİM OLMALI?
Tüm anketler