Aşk vefa, vefa ise iman ister

Aşk vefa, vefa ise iman ister \n

VEFA; âşığın mâşukuna, dava adamının davasına bütün zorluklara rağmen sâdık kalabilmesidir. Vefa; sevgide bıkkınlık göstermemek, ihtiyaç halinde “Hızır gibi yetişebilmek”tir. Vefa; dikenlere direnerek, dost ikliminde boy atan gül olmaktır. Vefa; aşktır. Aşk vefa, vefa ise iman ister.

Vefa’nın meşhurları

Ya da sadece İstanbul’da Saraçhane, Süleymaniye, Şehzadebaşı üçgeninde bulunan bir semt ismidir Vefa. 1872 yılından günümüze eğitim veren lisesiyle meşhurdur. Bu liseden mezun olan öğrencilerin birçoğu ilim, sanat ve cemiyet hayatında boy göstermiş hatta bir kaçı şöhrette Vefa Lisesi’ni gölgede bırakmıştır. Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Peyami Safa, Hasan Ali Yücel, A. Süyehl Ünver, Sabahattin Zaim, Esad Coşan, Aytekin Kotil, Uğur Dündar, Gazanfer Özcan, Kemal Sunal, Şener Şen, Müjdat Gezen, Toktamış Ateş gibi isimler bunlardan sadece birkaçıdır.

Bu semtin Vefa Bozası da biraz önce saydığımız meşhurlar kadar meşhurdur, hatta onlardan daha meşhurdur. Boza; ihtivası darı irmiği, su, şekerden ibaret olan ve bir takım merhalelerden geçtikten sonra mayalanarak elde edilen millî bir içecek. Vefa Bozacısı’nın kuruluş tarihi Ali Muhiddin Hacıbekir Lokumları gibi çok eski. Müesseseyi Arnavutluk göçmeni Hacı Sadık Bey 1876’da kurulmuş ve günümüze kadar gelebilen ender aile şirketlerinden biri olmayı başarmış.

Yeni neslin çok da haberdar olmadığı bu kış günlerinin içeceğini, hiç detone olmadan akşamları sokaklardan el ayak çekilince; “Booozaaa Vefa Bozası ” diyerek satanları orta yaşın üstündekiler gayet iyi hatırlarlar. Günümüzde mahalle bekçilerinin düdük sesini duyamadığımız gibi artık bozacıların da seslerini duyamaz olduk.

Vefa semti deyince bir zamanların efsane kulübü Vefa Spor’u unutmak olur mu? Tabii ki olmaz!.. Fakat Vefa Spor Kulübü’nün lokalinin önünden geçerken içi burkuluyor insanın. 1908’de Saim Turgut, Zeki Baban, Hamit Tevfik Kut ve Kemal Şirvani gibi isimler öncülüğünde kurulan spor kulübünün artık atletizm, izcilik, kürek sporlarında esamesi okunmadığı gibi, efsane futbol takımı da profesyonel ligden el ayak çekeli çok olmuş. Yeşil beyazlı ekip, şimdilerde imkânsızlıklarla İstanbul Süper Amatör Ligi’nde top koşturuyor.

Bu satırları oyununca aklınıza “acaba ileride Vefâ semtinde otopark mı işletecek!?” sorusu gelebilir. Hayır, hayır bu çıkar amaçlı bir PR çalışması değil. Maksadım, medeniyetlere ev sahipliği yapan sokaklarda yürürken, tanık olduğum “hayat sahnesi”nin karelerini sizlerle paylaşarak, gördüklerimin zekatını hakkıyla verebilmek.

Vefa, vefasızlık kurbanı!..

Vefa Caddesi’nde ilerlerken hayıflanıyorum. Semt, sanki vefasızların semti olmuş. Tarihimize dair ne varsa sendelemiş, kalkmak için vefalı birilerini arıyor; Şeyh Ebûl Vefâ gibi birini. Çaresizlik içinde vefanın merkezine, gönüllerin menziline Şeyh Ebûl Vefâ Hazretlerine yürüyorum. Arkada bıraktığım her adımda, “Ölülerine kıymet vermeyenler, dirilerine sahip çıkamazlar” düsturu Vefa semtinde ne kadar da az hissettiriyor kendini.

Bir mekâna, o mekânın içindeki ıssızlaşmış bir makama dalıyorum. Korkuyor insan, ulu bir makama avdet etmenin taaccübü içinde. Kolay mı, İstanbul’u fetheden kumandanın destur alıp giremediği huzura elini kolunu sallayarak girebilmek. Kolay mı, ilim ve gönül deryası Şeyh Ebûl Vefâ’nın ruhaniyetine kırık dökük cümlelerle dua edebilmek. Kolay mı, Muslihuddîn Ebûl Vefâ’nın sırlarına vâkıf olabilmek.

***

Dua âleminde geziniyor, veliler topluluğunu ziyarete gelenler. Gözler yaşlı, gönüller gâmlı. Havayı bir misk-i amber kaplıyor, öne düşen başları bir pîr-i fâni okşuyor. Anlat diyor, türbedara; ziyaretimize gelenlere ikrâm et bize dair bildiklerini.

“Muslihuddîn Ebûl Vefâ, mânâ ehlinin, evliyânın uyduğu kimsedir / Mezarının toprağı, âşıkların gözlerine sürmedir” beyitinin yazılı olduğu pencereden sızan hüzme eşliğinde sararmış sayfalar birer birer açılıyor. Dünya durdukça asla silinmeyecek cümleler aniden canlanıp “hayat sahnesi”nde perde diyor.

Rodos zindanlarından, gönül saraylarına

Ebûl Vefâ, insanlığın vatanı Hicaz’dan dönüyor. Akdeniz’in azgın sularının yol verdiği veliye Rodoslu korsanlar aman vermiyor. Prangalara vurup, Rodos’un karanlık zindanlarına atıyor. İnsanlıktan nasibi olan bir zindancı, karanlık dehlizleri aydınlatan bu büyük velinin simasındaki şefkate yakalanıyor. Önce aziz misafirinin, sonra kendi gönlündeki prangaların kilidini çözüyor. Halka büyüdükçe büyüyor, gönülden gönüllere köprüler kuruluyor. Zindan vefâlılarla dolup taşıyor. Ebûl Vefâ sevdalısı Karamanoğlu İbrahim Bey, bu hasrete daha fazla dayanamıyor. Rodoslu korsanlara istedikleri fidyeyi verip, Vefâ’sına kavuşuyor.

Hasret bitiyor, Konya sevgilisini bağrına basıyor. Bu dönemler İstanbul önlerinde bir genç hükümdar, “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni” diyor. Diğer ilim ve mâneviyat önderleri gibi Ebûl Vefâ da bu genç kumandanın arkasından yürüyor. Fetih gerçekleşiyor, “İstanbul elbet feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur” müjdesine nail olunuyor. Ebûl Vefâ, yol hazırlıklarına başlıyor, fakat eline bir rica mektubu tutuşturuluyor: “Gitme, kal; bu şehrin mânevi fetihlere ihtiyacı var.” Gönüller sultanı, İstanbul’un sultanını kıramıyor. Rumların yoğun olduğu semte dergâhını kuruyor. Her inançtan, her seviyeden insana kapılarını açıyor, iyilikte ve ikramda asla geri durmuyor. Müslüman-gayrimüslim ayrımı yapmaksızın herkese tebliğ mükellefiyetini Peygamber üslubuyla yerine getiriyor. Sâde yaşamı, yardım severliği, hoş sohbeti; gönüllerde taht kurmasını sağlıyor.

Bütün bunlar yaşanırken, İstanbul’un fatihi Sultan Mehmed Han mânâ önderlerinin sohbetlerinde huzur arıyor. Akşemseddin, Molla Gürani ve Molla Zeyrek’in ilim meclislerinde ruhunu doyurmaya çalışıyor. Bunlar yetmiyor, gönlüne Şeyh Ebûl Vefâ koru düşüyor. Adına külliye yaptırıyor. Şems’in Mevlânâ’yı yakması gibi yanıyor.

Bu muhabbetten haberdar olan Şeyh Ebûl Vefâ, Fatih’e karşı büyük bir sevgi besliyor. Yüzünü bir kere dahi görmemesine rağmen, ona geceler boyu dualar ediyor. Ortaçağ’ı kapatıp, Yeniçağ’ı açan genç Sultan’ı güçlü tasarrufu ile kuşatıp, ona manevi zırh oluyor.

Fatih, himmetini iliklerine kadar hissettiren, rüyâlarını süsleyen bu velinin hasretine dayanamayıp, ziyarete etmeye karar veriyor.

Fatih, Şeyh Ebûl Vefâ’yı ağlatıyor

Yanına muhafızları ve lâlası Zağanos Paşa’yı da alarak Şeyh Ebûl Vefâ’yı ziyarete gidiyor. Muhafızlar, şeyhin müridlerine hünkârın dergâhın önünde olduğunu haber veriyor. Şeyh Ebûl Vefâ Hazretleri kapısına kadar gelen hasretlisiyle görüşmeyeceğini bildiriyor. Müridler şaşkın bir vaziyette huzurdan ayrılıp, dergâhın önünde beklemekte olan misafirlere ulaşıyor. Karşılarında Peygamber müjdelisi değil; şeyhine teslim olmaya gelmiş bir derviş duruyor. Bütün rütbe ve makamlardan arınmış, el bağlayıp boyun bükmüş içerden gelecek daveti bekliyor. Müridler, bu tablo karşısında diyeceklerini şaşırıyor. Fakat ârif olan anlıyor ve Zağanos Paşa’ya dönüyor:

“Gördün mü lâla, kiminin bizim huzurumuza liyakati yetmezken, bizim gönül padişahının huzuruna liyakatimiz yetmez. Lâyık oluncaya kadar beklemekten başka çaremiz yok.”

İstanbul’un aşılamayan surlarını aşan, çağ kapatıp çağ açan cihan padişahı; gönüller sultanının kapısının önünden azarlanmış bir çocuk gibi dönüyor.

Müridler dayanamayıp, hakikatı öğrenmek için destur alıp şeyhinin huzuruna varıyor. Başlarını kaldırıp baktıklarında, şeyhlerinin gözyaşlarının yanaklarından süzüldüğünü görüyor. Müridler yeni bir şaşkınlık daha yaşıyor; hem padişahı dergâha kabul etmeyip, hem de gözyaşı akıtmasına anlam veremiyor. Ebûl Vefâ Hazretleri müridlerine durumu şöyle açıklıyor:

“Mesuliyetten korktum. Mizacı istikametinde dervişliği meyledip devlet işlerini gözardı eder endişesine kapıldım. Âleme gönül sultanları kadar, cihan sultanları da lâzımdır. Bilmezsiniz, benim ona meylim, onun bana ihtiyacı o derece fazladır ki, bir an birbirimizi görecek olsak; o benden ayrılmak istemeyecek, ben de ondan. İşte bu yüzden onunla görüşmek istemedim.”

Ayrılık musalla taşında son buluyor

Bu birbirini sevenlerin ayrılığı 3 Mayıs 1481’e kadar devam ediyor. Ve birbirini Allah için seven iki dost bir musalla taşının önünde buluşuyor. Artık onların buluşmalarını engelleyecek bir korku da bulunmuyor. Cihan Sultanı musalla taşında, Şeyh Muslihiddin Ebûl Vefâ Hazretleri sevdiğinin başında sonsuzluk âleminde buluşmak üzere helalleşiyor. Dergâhındaki çilehânesine çekiliyor.

Türbedar ikramını bitiriyor. Ve biraz önce açılan perdeler yavaşça kapanıyor.

***

Kim der ki, bu kapıda Fatih bekledi!

Çilehânenin önünden geçerken, gönüller sultanı Şeyh Ebûl Vefâ Hazretleri kendini ne kadar da derinden hissettiriyor. Dünyalık ne istese altın tepside sunulmak üzere, kapının önünde âmâde duruyor. Fakat bütün şâşâlardan yüz çevirip, önümüzde duran birkaç metrekarelik çilehâneyle yetiniyor.

Şimdiki insanlar ise o kadar aç gözlü, o kadar vefâsız, o kadar tamahkâr ki; doymuyor. Her taraf talan edilmiş, her taraf köhne, her taraf izbe. Kim der ki, bu kapıda Fatih bekledi. Kim der ki, Şeyh Ebûl Vefâ kapısına gelmiş hünkârı huzura kabul etmedi.

İnanın buralar, bütün korku ve güzellikleri bastırmış ağır bir vefasızlık kokuyor. Fakat yetkililerin gözleri âmâ, burunları tıkanmış gözüküyor.

HAMİŞ: İstanbul gibi kutlu bir beldeyi bize emanet eden Fatih Sultan Mehmed’in ( 30 Mart 1432 de Edirne de doğdu) doğumunun 580. yıldönümü. O’nu, kumandanlarını ve askerlerini rahmetle yâd ediyorum.

ŞEYH EBÛL VEFÂ KİMDİR?

Şeyh Ebûl Vefâ Konya’da doğdu. Asıl adı Mustafa bin Ahmed. Lakabı Muslihiddîn (dini iyileştiren, düzelten, ıslah eden). Edirne’deki “Debbağlar İmamı” nâmıyla meşhur Şeyh Musliheddin Halife ve Şeyh Abdüllatif Kutsî Hazretleri’nden zamanının bütün ilimlerini öğrendi. Şeyhinin isteği üzerine Karaman’dan İstanbul’a hicret etti. Zeynîyye tarikatına mensup olup, Fatih Sultan Mehmed Han ve Sultan II. Bâyezid devri şeyhlerindendi. Türkçe, Arapça ve Farsça birçok şiir ve risale kaleme aldı. 8 Temmuz 1491’da İstanbul’da vefat etti.

Sabri GÜLTEKİN

[email protected]

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Sabri Gültekin - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Kangal Gündem Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kangal Gündem hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kangal Gündem editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kangal Gündem değil haberi geçen ajanstır.



Anket KANGAL BELEDİYE BAŞKANI KİM OLMALI?
Tüm anketler